Kürsü - M. Fethullah Gülen - Genç Adam

Bediüzzaman Said Nursi Hakkında İddialara Cevaplar -3

İslam Alimleri Açısından Ebced ve Cifir İlmi

 

Ebced ve Cifir bir ilim dalıdır. Her alimin bu ilim dalı ile meşgul olması gerekmez. Nasıl ki, tabiin

döneminden başlayarak farklı İslami ilim dalları oluşmuştur ve her bir alim bu dallardan birisi ile iştigal edip o

dalda uzman olmuştur. Aynen bunun gibi, ebced ve cifir ilmi dalında da uzmanlaşıp, o alanda hizmet veren

alimler de çıkmıştır. Hatta bu branşlaşma hareketi sahabeler içinde de görülen bir hadisedir. Mesela sahabeler

içinde muhaddis, fakih, siyaset, harbiye gibi alanlarda parlayan sahabeler vardır. Peygamber efendimiz her bir

 

sahabeyi istidadı yönünde istihdam etmiştir. Ebu Hureyre ve İbn-i Mesut buna iki misal teşkil eder. Bu yüzden

bütün alimlerin ebcet ve cifir ilmi ile iştigal etme beklentisi abesle iştigaldir.

 

Diğer bir husus, her ilim dalı ve o ilim dalında uzman olmuş alimin sözü ve reyi kendi uzman olduğu ilmi

sahada geçerlidir. Mesela dünyaca meşhur olmuş bir mühendisin tıpla ilgili bir fikri, tıp sahasında bir

pratisyen doktora denk değildir. Hatta yüz bin mühendis, tıp alanında uzmanlık noktasında basit bir pratisyen

doktora müsavi gelmezler. Aynen İslami ilimlerde de bu kural geçerlidir. Fıkıhta müçtehit seviyesinde olan bir

alim, hadis alanında İmam Buhariye yetişemez, onun sözü orada İmam Buhari kadar itibar göremez. İşte ebcet

ve cifir alanında veya ilm-i tasavvuf ve sırda uzman olmayan alimlerin, tenkidi veya inkarı pek bir şey ifade

etmez. Her alimin sözü kendi dalında muteberdir. Mesela Said Nursi hadis alanında İmam Buhari hazretlerine

tabidir.

 

Sahabeler içinde ebcet ve cifir ilmine vakıf ve bu ilmi tedvin edip en çok kullanan sahabe İmam Ali (ra) dır. .

Nitekim, elde mevcud ve matbu' "El-Cefr-ül Cami" eseri İmam-ı Ali'nin sözlerinden müteşekkil olduğu,

yahutta onun hikmetli söz ve yazılanndan derlendiği beyan edilmektedir. Bu eser Mısır'da ve Beyrut'ta ayrı

ayrı tab' edilmiştir. Mısır'daki Mekteb-ül Külliyat El-Ezheriye tarafından., ve Beyrut'ta El-Mektebet-ül

Hadîse'de 1971 senesinde tab' edilmişlerdir. Hazreti Ali (ra) bu ilimle uğraşması ve sahabelerin de bunu sukut

ile tasdikleri, bu ilmin sahabeler açısından da meşru olduğunun vesikasıdır.

Sahabelerden sonra İmam-ı Ca'fer-i Sâdık’ın da bu ilimle iştigal ettiğine dair malumat tarihi vesikalar içinde

bulunmaktadır.

 

Bundan sonra ebcet ve cifir ilmini kabul edip eserlerinde beyan eden alimlerin isimlerini verelim.

 

1-İbn-i Haldun Mukaddeme . İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'tan Cifir ve Ebced ilminin mes' elelerini nakleden kişinin

Zeydî mezhebli olduğunu, bununla beraber nakleden zâtın bahsettiği kitabı kendisinin göremediğini, ayrıca da

Muhyiddin-i Arabi'nin "Anka-u Mağrib" eserinden Cifir ve Ebced hesablarıyla gösterdiği tarihin tutmadığını

ve saire gibi tenkidlerde bulunmakla birlikte, Ehl-i Sünnet Vel-Cemaat uleması yanında dahi Cifrin esası

Hazret-i İmam-ı Ali ve Ca'fer-i Sâdık'tan geldiğinin meşhur olduğunu da kaydetmektedir. (Bak: Mukaddemetü

İbn-i Haldun sh: 323-334)

 

2- Meşhur İmam-ı Abdullah El-Yafaî "Mir'at-ül Cinan" eserinde der ki: "İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'in bir talebesi

olan Câbir bin Hayyan, ondan aldığı bin yapraklı bir kitabda, beşyüz risale alıp te'lif etmiştir." (Mir'at-ül Cinan

1/304)

 

3- İmam-ı Celâleddin-i Suyutî, El-Havî Lil-Fetavî Eseri 1/388'de, kendisinin tehecci harfleri (yani: Elif, be, te,

se, cim gibi heca harfleri) hakkında bir risalesinin olduğundan bahisle, bu mevzu'da tâlibleri o esere havale

eder. Ancak maalesef bu eser elimize geçmemiştir.

 

4- Meşhur "Edeb-üd Dünya Ve-d Din" kitabı sahibi Ebu-l Hasan El-Maverdî kitabının sh: 23'de Cifir ve

Ebced hakkında şu malumatı vermektedir:

Sahabeden Urve bin Zübeyr demiştir ki: En evvel kendi isimlerini yazan kavimden; "Ebced, hevv ez, huttî,

kelemen, sa'fas ve kareşet" harfleriyle yazmışlardır.

 

5- Nur-ul Ebsar kitabı sh: 160'da İbn-i Kuteybe Edeb-ül Kâtib eserinden naklen: "İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'ın

yazdığı Cifir kitabında, tâ kıyamete kadar muhtaç olunan herşey o kitapta mevcuddur." diye kaydetmektedir.

 

6- Meşhur allâme Kemâleddin Muhammed bin Musa Ed-Dümeyrî Hayat-ül Hayavan-ül Kübra eseri 1/279'da,

aynen Nur-ul Ebsar eserinin, İbn-ül Kuteybe'den naklettiği rivayeti kaydetmiştir.

 

7- Az yukarıda zaman zaman ondan bahsettiğimiz ve sahife numaralarını verdiğimiz Şeyh Ahmed El-Bûnî'nin

Şems-ül Maarif-il Kübra adlı eserinde: "Nakl-i sahih ile Cifir ve Ebced ilminin, Ca'fer-i Sâdık'tan ulemaya

intikal ettiğini yazmaktadır. (Bak mezkûr eser sh: 325 ve 363)

 

8- Eski Mekke Müftülerinden meşhur allâme Ahmed Zeynî Dehlan "El-Fütuhat-ül İslamiye" isimli eserinde

Cifir ve Ebced ilminin İmam-ı Ali ve Ca'fer-i Sâdık'tan geldiğini ve bu ilimle bir çok büyük âlimlerin

Kur'an'dan ve hadîslerden sırlar istihraç ettiğini yazmaktadır. (Bak: Aynı eser 1/296)

 

9- Meşhur Keşf-üz Zünûn kitabı, Cifir ve Ebced ilmi hakkında en geniş bilgi veren bir eserdir. Bu kitab, Cifir

ve Ebced ilmi çerçevesinde yazılmış olan bir çok eserin isimlerini de vermiştir. Bu mevzuda ezcümle şöyle

der:

 

"İlm-ül Cefri Vel-Câmia" adıyla söylenen ilmin mahiyeti şudur ki: Bu ilim ile, uyanık zâtlar levh-i kaza ve

kaderde yazılı olan hâdisata icmalen vukufiyet peyda etmekten ibarettir.

 

Ebced ve Cifirle meşgul olmuş zâtların isimleri ve iştigal sahaları...

Bu bölümde, eğer biz bu ilimle meşgul olmuş bütün âlimlerin isimlerini, künyelerini ve kitaplarının isimlerini

yazsak, belki bir cilt kitap tutabilir. O halde, sadece nümûne için bir kaç isim verip geçeceğiz. Şu

araştırmamızda yer yer kaydettiğimiz gibi; başta İmam-ı Ali (R.A.) bu işin üstadı, pîri ve kaynağıdır. Onun

matbu' olan El-Cefr-ül Cami' eseri ve Celcelûtiye Kasidesi ve Ercüze Kasidesi ve Cünnet-ül Esma' eseri gibi

bir çok kaside ve dualarında, Hazret-i İmam-ı Ali'nin hâs olarak esrar-ı huruf ile meşgul olduğunu göstermeye

kâfidir. Daha sonra, bütün İslâm ülemasınca kabul görmüş olan İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'ın bu ilimle hâsseten

iştigal ettiği hususudur. Daha sonraları, Şeyh Muhyiddin-i Arabî (K.S.) "Fütuhat-ı Mekkiye, Füsûs-ul Hikem,

Anka-u Mağrib, Kitabü-l Mim Ve-l Vav Ve-n Nun" gibi eserlerinde Cifir ve Ebcedin sahası dâhilinde olan

harflerin sırlarından, hasiyetlerinden ve sairesinden çok genişçe bahsetmektedir.

 

Daha sonraları, İmam-ı Gazalî'ler, Şa'ranî'ler, Şeyh Ahmed-i Bunî'ler, Bayezid-i Bistamî'ler, İmam-ı

Rabbanî'ler, Davud bin Ömer El-Antakî'ler ve saireler.. kısmen de olsa, bu ilimle iştigal etmişlerdir. Bunları

tek tek ele alıp iştigal sahalarından, keşif ve istihraçlarından bahsetmek uzun olacaktır. Onun için kısa kesip,

eserlerine havale etmek istiyoruz.

 

Ebced ve Cifir İlmi Hususi mi Umumi mi?

 

Ebcet ilmi bir alet ilmidir. Kuran ve Hadisin latif ve ince sırlarını anlamakta bir araçtır. Bu ilmi kullanmanın

bazı özel şartları vardır. Nasıl ki,ustalık ilmi olmadan alet ve edevatlar işe yaramaz. Alet ve edevat olmadan da

ustalık eksik kalır. İkisi bir birini tamamlayan şeylerdir. Manevi kemalata ermeden, olgunlaşmadan, sadece

harflerin rakamsal değerlerini öğrenmek ve onunla bir takım haberler vermeye kalkmak sunilik ve

şarlatanlıktır. Aletlerin bina yapmasını beklemek gibi bir hezeyandır. Onun için ebcet ilminin arkasında keskin

ve mütefekkir bir nazar, mutmain olmuş bir kalp, Allah’ın rıza ve inayetini kazanmış bir maneviyat ve İslami

ilimlere vukufiyet gereklidir. Yoksa herkesin elinde bir oyuncak değildir. Tarihte maalesef bazı şarlatanlar bu

ilme ciddi zarar ve şaibeler vermişlerdir. Bu yüzden bazı nadan zahir hocalar da bu şarlatanlara bakarak

gerçek ebcet üstatlarını o şarlatanlarla aynı kefeye koymuşlardır. Bu yüzden ebced ve cifir ilminin Kuran ve

hadislere tatbiki hususi bir yoldur, bu yolda her önüne gelen gidemez.

 

Hurufilik Akımı ve Ebced İlmi

 

Bu gibi alet ilimler, kullananın amacına göre şekillenir. Bu ilimleri şayet hayırlı ve güzel işlerde kullanırsan,

hayrın ve güzel işlerin aracı ve hizmetkarı olur. Şerde ve çirkin işlerde kullanırsan, bu kez de şerrin ve çirkin

işlerin bir aracı ve hizmetkarı olur. Nasıl ki, Nükleer enerji ilmini insanlığı katletmek için bombada da

kullanıldığı gibi, aynı ilmi insanların daralan enerji sıkıntısının giderilmesinde de kullanılabilir. Yani

kullandığın amaca göre şekillenir. Yine mantık ilmini hak ve doğrunun ispatında kullanırsan, mantık ilmi

hakkın bir hizmetçisi olur. Ama aynı mantık ilmini cerbezede kullanılırsan, bu sefer de batılın hizmetçisi olur.

Aynı bu misallerdeki gibi, ebced ve cifir ilmi de bir alet ilimdir. Bu ilmi safsata ve batıl bir yerde de

kullanırsın, aynı ilmi hayırlı ve güzel bir yerde de kullanırsın. Kullandığın yere göre değer kazanırlar. Tarihte

bu ilmi, Kuran’ın ince ve latif manalarını anlamakta kullananlar olduğu gibi, aynı ilmi, Kuran’ın sarih ve zahir

manasını incitmek ve inkar etmekte kullananlar da olmuştur. Onun için bir kesim kötüde kullanabilir diye, bu

gibi alet ilimleri yasaklamak çıkar yol değildir. Tıpkı yangına sebebiyet veriyor diye ateşin, adam öldürülüyor

diye bıçağın yasaklanmasının safsata olması gibi. O zaman çözüm, o alet ilimleri hakta ve hayırda kullanarak,

o gibi zararları def etmek en makul yoldur.

 

Tarihte sapkın Batinilik mezhebinin bir kolu olan Hurufilik akımı bu alet ilmini kullanarak çok tahribat ve

şarlatanlıklar yapmışlardır. Kuran’nın sarih ve zahir manalarını incitmek ve inkar etmek yolunda bu ilmi

kullanmışlardır. Genelde bu ilim o sapkınlarla anıldığı için, bir takım vukufiyetsiz zahir hocalar bu ilme

hücum etmişlerdir. Bu konuda Vehhabilik ve Batinilik iki aşırı uçtur. Vehhabiler zahirperest, Batinilik ise

batınperest guruplardır. Vehhabiler sarih ve zahir manadan başka mana kabul etmiyorlar. İşari ve remzi bütün

manaları inkar ediyorlar. Batiniler ise, Kuran’ın sarih ve zahir manasını inkar edip, sadece işari ve remzi

manaları esas alıyorlar. Her iki mezhep de batıl ve bidat mezheplerdir. Ehli Sünnet ise, sarih ve zahir manayı

esas almakla beraber, Kuran’ın işari ve remzi manalarını da inkar etmezler. Bu alanda çok ehli sünnet alimleri

remzi ve işari ağırlıklı tefsir ve eserler yazmışlardır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, Hurufilik akımı ile

ehli sünnet dairesindeki remzi ve işari tefsirler yazan müfessirleri bir birine karıştırmamaktır. Ehli sünnet

dairesinde olan tasavvuf kaynaklı işari tefsirler ile Ehli sünnetin dışında olan Hurufilik akımı farklıdırlar.

 

Risale-i Nur ve Ebced İlmi

 

Öncelikle şunu ifade edelim ki, Risale-i Nur baştan sona ebced ve cifir ilmi ile yazılmış bir tefsir değildir.

Ebced ve cifir ilmi ile yapılmış yorumlar Risale-i Nurun genelinde çok az bir yer tutar. Risale-i Nurda sırlı,

işari ve remzi yorumlardan çok, hikmet ve ilime dayalı yorumlar hükmeder. Risale-i Nur Hakim ismine

mazhar olmuş bir tefsirdir. Hissiyattan çok, hikmet galiptir.

 

Risale-i Nurun yazıldığı dönemde materyalist felsefe insanlığın benliğini sarmalamış ve dinsizlik revaç

bulmuş bir meta idi. Her şey ilim ve ispata dayanıyordu. Böyle bir ortamda Said Nursi hazretleri Risale-i

Nurlarla Kuran ve hadisleri bu asrın ilcaatına göre yorumlama ihtiyacı hissetti ve ona göre de yazdı. Bir nevi

Risale-i Nur, muktezay-ı hale mutabık bir tefsirdir. Risale-i Nurda bilhassa imana taalluk eden konularda,

ispat ve akliyat ziyadesi ile tecelli etti. Böyle bir tefsirin çok az bir yerinde, yine bir ihtiyaca binaen bir takım

işari ve remzi yorumların yapılması gayet makul ve gerçekçidir. Zira insan sadece akıl ve beyinden ibaret bir

varlık değildir.İnsanın kalp, ruh, vicdan, latifeler gibi çok hissiyatları vardır. Bunlar da teşvik ve hisse isterler.

Böyle karanlık ve inkarcılığın kol gezdiği bir ortamda, talebelerini teşvik ve maneviyatlarını takviye için, yine

ehli sünnete uygun bir tarzda bir takım işarı ve remzi müjdeleri talebelerine bildirmesinde ne mahzur olabilir.

Bu metot, mücadelede gerekli bir metottur. Her kumandan askerlerinin moralini yüksek tutmak için bir takım

tedbirler alır. Bu peygamberimizin hayatında da olan bir metottur. Osmanlı yıkılmış, hilafet kaldırılmış, İslami

kurumlar yasaklanmış, dünyada komünist rejim hızla yayılıyor, dini semboller bile bir bir silinmeye

çalışılıyor, baskıcı bir idarenin altında İslam alimleri ve aydınları tek tek ya idam ya da sürgün ve hapis ile

sindirilmeye çalışılıyor. Müslüman toplumuna batı medeniyeti zorla dikte ediliyor, kılık kiyafetine kadar

düzenlemeler yapılıyor, şapka giymeyen veya karşı olanlar idam ediliyor. İşte bu baskıcı şartlar altında bir

alim, davası için mücadele ediyor. İman ve Kuran hakikatlerine susamış gençlik onun etrafında halkalanıyor.

Sıkıntı, baskı ve zulüm had safhada. Böyle bir ortamda o imanlı gençliği teskin ve teşvik için meşru bir yolla

yani ebced ve cifir ilmini kullanarak Kurandan bir takım işaretler ve müjdeler tahric etmesi neden yanlış ve

gayrı makul olsun. El insaf. Üstat burada benliğini okşamak için değil, zor şartlar altında hizmet eden

talebelerinin şevkini artırmak için bu yola tevessül etmiştir. Kuran gibi ezeli ve ebedi isimlerden süzülüp gelen

ilahi bir kitap sadece asr-ı saadete bakmıyor. Bütün zamanları ve mekanları kuşatıp, her döneme hem umumi

hem de özel hitap ediyor. İnsanlık tarihinin en dehşetli bir dönemi olan yirminci yüz yıl, elbette Kuran’ın o

eşsiz nazarından hariç kalamaz.

 

Kuran’ın hem muarızlara tehdit ve ikaz yapması, hem de iman ile kendine bağlananlara tebşir ile takdir

yapması hikmet ve şefkatinin bir gereğidir. İşte Said Nursi’nin ebced ve cifir ilmi ile yaptığı, Kuran’da var

olan bu tehdit ve tebşirleri ilmi ile izhar etmekten ibarettir. Risale-i Nurdaki ebcet ile verilen gaybi haberlerin

veya müjdelerin aynı ile doğru çıkması da işari bir delildir. Bunu görmezlikten gelmek ilim ve insafla

bağdaşmaz.

 

EBCED VE CİFİR İLMİNE ÖRNEKLER

 

Cafer-i Sadık (r.a.) ve Muhiddin-i Arabî (r.a.) gibi esrâr-ı gaybiye ile uğraşan zatlar ve esrar-ı huruf ilmine

çalışanlar, Bediüzzaman Said Nursi (r.a) gibi alimler bu hesab-ı ebcediyi gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul

etmişlerdir.( Sikke-i Tasdik-i Gaybi)

Hz. Ali ve Şura Suresi Yorumu:

 

İzz b. Abdusselam'ın bildirdiğine göre: Hz. Ali, Şura Suresinin başında yer alan "Hâ-Mim-Ayın-Sin-Kaf"

şifreli harflerden, Muaviye ile kendisi arasında vuku bulan hadiseleri çıkarmıştır.( es-Suyutî, el-İtkan, II/14.;

el-Âlûsî, I/102.)

 

İbn Kemal ve Enbiya Sûresi Yorumu:

 

"Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır, diye yazmıştık."(22)

mealindeki âyetten İbn Kemal, Sultan Selim'in Mısır'ın Osmanlı ülkesine ilhak tarihini çıkarmıştır. Âyette

Tevrat yerinde kullanılan "ez-Zikr" kelimesi, ebced hesabı ile konunun düğümünü çözen anahtar kelimedir.

Âyette "ez-Zikr'den sonra" tabiri kullanılmıştır. Bu kelimenin ebced değeri (okunmayan lâm hariç) 921'dir.

Mısır'ın fetih tarihi ise, hicrî 922'dir. Demek ki âyet işârî mânâsıyla hicrî 921'den sonra fethin gerçekleşeceğini

ifade etmiştir.( Âlusî, I/8; Badıllı, Abdulkadir, Risale-i Nur'un Kudsi Kaynakları, 956.)

 

Celcelutiye Kasidesi Ebced Hesabına Göre Yazılmıştır:

 

Hazreti Ali Radıyallahü Anh'ın en meşhur Kaside-i Celcelutiyesi, baştan nihâyete kadar bir nevi hesab-ı

ebcedi ve cifir ile te'lif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmıştır. ( Nursi, Sikke-i Tasdik)

Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî'nin kaleme aldığı meşhur Mecmuatu'l-Ahzab adlı eserde Celcelutiye

kasidesine de yer verilmiştir. "Bede’tu bi bismillah" cümlesiyle başlayan kasidenin son beyti, kaside sahibi

Hz. Ali'nin ismini gösteren ve "Bunlar, yaratıklar insanlar için bir araya getiriliş ilimlerin sırları olup, Hz.

Muhammed (a.s.m)'in amcasının oğlu Ali'nin makalesidir" anlamına gelen:

"Mekalu Aliyyin ve’bnu ammi Muhammedin ve sirru ulûmin lil-halaiki cümmiat" beytiyle sona ermiştir.

Bediüzzaman'ın da işaret ettiği gibi, kaside baştan sona kadar ebced hesabını gösterir şekilde basılmıştır.( .

Gümüşhânevî, Ahmed Ziyaeddin, Mecmûatu'l-Ahzâb (Şâzelî kısmı), 499-531.)

 

Bazı Tevafuk Tabloları ve Kelimelerin Aritmetik Değerleri

 

Allah'ın, sonsuz ilmiyle her şeyi nasıl kuşattığını ve her şeyi nasıl bir bir saydığını gösteren tevafuk

tablolarının ve kelimelerin aritmetik değerlerinin, Kur'an nezdindeki değerini anlamak için Kur'an'ın kendisine

bakmak yeterlidir.

 

Konu İle İlgili Bazı Misâller:

 

1. “Allahumme Malike’l-mülk” (Ali İmran, 3/26) İfadesi:

a. Bu ayette söz konusu olan “Allah” ve “Malik” isimlerinin buraya kadar ki tekrar sayısı: 319’dur.( . Bu ayete

kadar Allah ismi, 306, aynı kök harflerinden gelen İlâh kelimesi, 11, Malik kelimesi bir defa geçmiştir. Buna

göre burada “Allahumme” kelimesi 319. sıradadır.)

b. Bu ifadenin ebced değeri de 319’dur.

c. Bu ifadenin yer aldığı ayet, Kur’an’ın 319. ayetidir.

Bu ayet-i celile, tevafuk lisanıyla diyor ki: Mülkün maliki olan Allah, Kur’an’ın da sahibidir. Bütün mülkünü

tek tek sayıp bildiği gibi, Kur’an’ın her tarafını da tek tek sayıp biliyor. Bu ise, Kur’an’ın O’ndan geldiğini

gösterir.

2. Allah’ın “ Şehid” ismi:

a. Her şeyi görüp bilen anlamındaki Allah’ın bu isminin matematik değeri 319’dur.

b. Bu ismin, merfu (ötreli) şekliyle 9. tekrarını yaptığı ve Kur’an’ın genelinde en son geçtiği Buruc Suresinin

9. ayeti, Kur’an’ın sondan 319. ayetidir.

 

Bu tevafuk şöyle diyor: İyi bilesiniz ki, Şehid kelimesini böyle harika bir tarzda yerine koyan Allah, her şeye

şahittir.

3. “Hum bâliğûh”:

a. “Biz, ulaşacakları bir müddete kadar onlardan azabı kaldırınca, hemen sözlerinden dönüverdiler” (Araf,

7/135) ayetinde yer alan ve “onların ulaşacakları” anlamına gelen “hum bâliğûh” cümlesinin ebced değeri,

1089’dur.

b. Bütün Kur’an’da yalnız bir defa kullanılan bu cümlenin geçtiği ayet, Kur’an’ın 1089. ayetidir.

Sanki bu tevafuk diyor ki: İyi bilinsin ki, siz Kur’an’ı okurken, nasıl bu ayete ulaştınız, onlar da aynen söz

verdiğimiz sürelerine ulaştılar; sonra cezaya çarpıldılar. Demek, zulüm söz konusu değildir.

4. “Gaybı bilen Allah”:

a. “Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizli tuttuklarını da, fısıltılarını da bilir. Ve şüphesiz Allah, gaybları

(gizlilikleri) çok iyi bilendir” mealindeki ayetin son cümlesinin asıl metni “ve ennellahe allamu’l-ğuyûb”dur.

Bu cümlenin matematik değeri, 1313’tür.

b. Bu cümlenin bulunduğu ayet (Tevbe, 9/78), Kur’an’ın 1313. ayetidir.

c. Cümlenin ebced değeri ile ayetin genel sırası, 13 sayısını gösterdiği gibi,

ayetin suredeki numarası da 78 olup 6x13’tür.

d. Ayet numarasının gösterdiği 78 rakamı, hem “aded”, hem de “Hakim” kelimesinin matematik değeridir. Bu

ise, burada hikmetli bir sayısal tablonun gösterildiğine işarettir.

Bu tevafuk, ayette yer alan “ve ennellahe allamu’l-ğuyûb” cümlesinin dediği gibi, Allah’ın bütün sırları

/gizlilikleri bilen, sonsuz bir ilim sahibi olduğunu, Kur’an’ın ise, bu sonsuz ilim sahibinin kitabı olduğunu

göstermektedir.

 

Risaleti Tasdik Eden Bazı Tevafuklar

 

1. “İnneke le mine'l-mürselîn” :

Bilindiği gibi, Hz. Muhammed (a.s.m) 611 tarihinde peygamber olarak gönderilmiştir. Bunu ilan eden:

"Şüphesiz Sen gönderilmiş peygamberlerdensin" mealindeki ayet, Kur'an'da iki yerde zikredilmiştir

(Bakara,2/252; Yasin, 36/3).

Ayetin asıl metni:“İnneke le mine'l-mürselîn” cümlenin harf sayısı (okunmayan vasıl hemzesi hariç) 13’tür. 13

harften meydana gelen bu cümlenin ebced değeri ise, 13'ün 47 katı olan 611’dir. Ayetin matematik değeri,

anlamını teyid etmekte ve O'nun –miladî olarak- peygamber olduğu tarihi vermektedir.

Şayet okunmayan vasıl elifi de sayılsa, bu cümlenin ebced değeri, 612 olup 36x17’dir. Manidâr bir tevafuktur

ki bütün Kur’an’da, Hz. Peygamber (a.s.m)’e hitap eden "Şüphesiz Sen gönderilmiş peygamberlerdensin"

mealindeki ayet, yalnız söz konusu iki yerde geçmiştir. “gönderilmiş peygamberler” tabiri, bu iki ayet

arasında, ebced değerlerine uygun olarak 17 defa tekrarlanmıştır.

 

2. “ABESE” Kelimesi:

Abese suresinin ilk iki ayetinin mealleri şöyledir: "A'mânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve

arkasını döndü"

İşte bu üslupta bir harikalık vardır. Çünkü cümlede kullanılan "Abese" fiili malum olmasına rağmen faili zikr

edilmemiştir. Bu üslup alışageldiğimiz ifade tarzlarının dışındadır.

 

Ancak Kur'an-ı Hakim burada mucize bir belgeyi göstermiştir. Şöyle ki; açıktan zikredilmeyen cümlenin faili,

bizzat "Abese/Yüzünü ekşitti" fiilinin ebced değerinin içerisindedir. Evet bu kelimenin ebced değeri 132 olup

"Muhammed" isminin karşılığıdır. Yine kendisinden yüz çevrilmiş kişinin de ismi verilmemiş ancak, onu da,

"el-A'ma" kelimesinin ebced değerinde şifrelemiştir. Evet bu kelimenin ebced değeri 143 tür. Söz konusu

kimsenin ismi "Abdullah"ın ebced değeri de 143 tür.

Bu bağlamda görülen bu tevafukları kör tesadüf rüzgârlarına havale etmek doğru değildir.

 

3. "Eğer seni vefat ettirirsek..”:

Kur'an'da Hz. Peygamber (a.s.m)'e hitaben "Eğer seni vefat ettirirsek.." cümlesi üç defa zikredilmiştir.

Bunlardan ilki Yunus suresinin 46. ayetinde geçmiştir.

Ayetin meali "Eğer onları tehdit ettiğimiz (azabın) bir kısmını sana (dünyada iken) gösterirsek (ne a'lâ); yok

(onu göstermeden) eğer seni vefat ettirirsek nihayet onların dönüşü de bizedir. (O zaman onlara neler

olacağını göreceksin.) Sonra Allah onların yapmakta olduklarına da şahittir."

Ayette azabın bir kısmının Hz. Peygamber (a.s.m)'e gösterilebileceği hususu vurgulanmıştır.

Mekke'de inen bu surede belirtilen azabın bir kısmı Bedir savaşında gerçekleşmiş ve Hz. Peygamber (a.s.m)'e

gösterilmiştir.

 

Ayette ifade edilen Hz. Peygamber (a.s.m)'in vefat haberi de çok harika bir tarzda ihbar-ı gaybi nevinden söz

konusu yapılmıştır. Şöyle ki: "Eğer seni vefat ettirirsek" cümlesi, Kur’an’da üç defa geçmektedir. Bu cümle

açıkça, Hz. Peygamber (a.s.m)’in vefatından söz etmektedir. Geçtiği üç sure ve ayet numaraları da, Hz.

Peygamber (a.s.m)'in ömrü olan, 63'ü gösteriyor. Ayet ve Sure numaraları şöyledir: Yunus 10 /46, Ra'd 13/40

ve Ğafir 40/77. Buna göre, ayet numaralarının toplamı: 163’tür. Sure numaralarının toplamı ise, 63’ tür.

"Eğer seni vefat ettirirsek" cümlesinin harf sayısı, 9’dur. 63 sayısı ise, 9'un 7 katıdır.

 

Vefatı haber veren bu cümlenin -harfleriyle beraber- ebced değeri, 632’dir. Bu da Hz. Peygamber (a.s.m)'in,

miladi vefat tarihidir. İşte tevafuk penceresinden gaybî haberlerin aşikar bir görüntüsü!

Son olarak bütün bu örnekler de gösteriyor ki ebcet ve cifir ilmi Kuran’ın aritmetik dilinin bir ilanı, bir aracı

hükmündedir.Ebced ve Cifir ilmi Kuran’ın ince ve gizli kalmış i’cazlarının ifade edilmesinde ilim üstatlarının

bir alet ve edevatı gibidir.Ebced ve cifir ilmi ehil olanların elinde Kurana bir hizmetkar hükmüne geçiyor. Ehli

Sünnet usulünün dışına çıkmış birkaç bidat ehli hocaların mesnetsiz tenkitleri bu hususta bir şey ifade

etmez.Tarihte bu gibi hocalar hep var olmuştur ve her zamanda var olacaklardır.

 

Musa ÇOBAN

 

EK-4 EBCED İLMİ VESİLESİYle İTİRAZ EDİLEN MESELELER VE CEVAPLARI

 

İtiraz edilen kısım:

“BEŞİNCİSİ: Ulûm-u riyaziye ulemasının münasebet-i adediye içinde en lâtif düsturları ve avamca hârika

görünen kanunları, bu hesab-ı tevâfukînin cinsindendirler. Hattâ fıtrat-ı eşyada Fâtır-ı Hakîm bu tevafuk-u

hesabîyi bir düstur-u nizam ve bir kanun-u vahdet ve insicam ve bir medar-ı tenasüb ve ittifak ve bir namus-u

hüsün ve ittisak yapmış. Meselâ: Nasılki iki elin ve iki ayağın parmakları, asabları, kemikleri, hattâ

hüceyratları, mesamatları hesapça birbirine tevafuk eder. Öyle de: Bu ağaç, bu baharda ve geçen bahardaki

çiçek, yaprak, meyvece tevafuk ettiği gibi, bu baharda dahi az bir farkla geçen bahara tevafuk ve istikbal

baharları dahi mazi baharlarına ihtiyar ve irade-i İlâhiyyeyi gösteren sırlı ve az farkla muvafakatları, Sâni-i

Hakîm-i Zülcemâlin vahdetini gösteren kuvvetli bir şahid-i vahdaniyettir.”

 

“İşte madem bu tevafuk-u cifrî ve ebcedî, bir kanun-u ilmî ve bir düstur-u riyazî ve bir namus-u fıtrî ve bir

usûl-ü edebî ve bir anahtarı-ı gaybî oluyor. Elbette menba-ı ulûm ve maden-i esrar ve lisan-ül-gayb olan

Kur'an-ı Mu’ciz-ül-Beyan, o kanun-u tevafukîyi, işâratında istihdam, istimal etmesi i’cazının muktezasıdır.”

 

İddia:

Said Nursî’nin verdiği örneklerin hepsi aynı cinstendir ve birbiriyle alâkadardır. El ile el, ayak ile ayak...

Tevafukları tabiîdir. Peki Kur'an-ı Kerim’in ayetleri ve hadis-i şerifler ile Said Nursî’nin doğum tarihi, adı ve

lâkabı, Kur'an okumaya başladığı tarih, risalelerinin isimleri ve yazılış tarihleri vb.nin arasında ne gibi bir ilgi

olabilir? Nur Risaleleri’nde var olduğu iddia edilen ilgiler, yapmacıktır ve bazen insanı güldürecek derecede

zorlamalarla kurulmuştur.

 

İddiaya cevap:

“El ile el, ayak ile ayak... Tevafukları tabiîdir” ifadesi, ülfet perdesi altında ne kadar yoğun bir cehaletin

gizlendiğini göstermektedir. Acaba, bir elde beş, diğer elde sekiz parmak olsaydı, buna ne diyeceklerdi?

Kuşkusuz “El ile el, ayak ile ayak.-birinde 5, birinde 8-.. Tevafukları tabiîdir” demekten başka bir şey

diyemeyeceklerdi.

 

Halbuki Risalelerde, kâinattan verilen misallerde görülmesi gereken asıl mesele şudur: Varlıkta bir tevafuk

vardır. Kâinatta bir nizam ve intizam vardır. Nizam ve intizamda bir ahenk ve uyum vardır. Bu uyum ve

âhenk, varlıklar arasında kendini gösteren bir tevafukun yansımasıdır. Kâinat çapında, atomdan galaksilere

kadar her yerde “ince bir hesap, maharetli bir âhenk, göz kamaştıran bir uyum, gıpta edilmeğe değer bir

yardımlaşma, bir kucaklaşmanın” varlığı, hem aklen, hem fennî bilgelerce de sabit birer hakikattir. Bunun

diğer bir adı tevafuktur. Bu tevafuk’un var olmasının en büyük hikmeti, kâinatın birliği penceresinden Yüce

Yaratıcının birliğine sinyal vermektir. Çünkü, tevafuk ittifaka, ittifak ittihada, ittihad tevhide işaret eder.

Tevhid ise, hem mücessem bir Kur’an olan kâinat kitabının, hem de müşerra’(teşri kaynağı kılınmış) bir kitap

olan Kur’an-ı Hakim’in ders verdiği en birinci maksadıdır.

 

İşte Risalelerde işaret edilen husus budur. Kâinat kitabında tevhid gayesine matuf olarak tevafuku ön gören

ilahî hikmet, kâinatın ezelî ve ebedî bir tercümanı olan Kur’an’da da onu ön görmesi, aynı hikmetin gereğidir.

Diğer bir ifadeyle, dışarıda vücud-u haricî giymiş bir varlık, kendisinde bulunan gerçeklerin bazı yönleriyle

Kur’an’da yer almakta ve matematiksel bir tevafuk örgüsünü oluşturmak suretiyle tevhide hizmet etmektedir.

 

- Mesela; Kur’an’da sık sık “yedi gök” ten bahsedilmektedir. Varlık biçimiyle yedi adet olan bu gökler için

kullanılan “Seb’a semavat = yedi gök” ifadesi tam yedi defa zikredilmiştir.

- Yine Bediüzzaman Hazretlerinin işaret ettiği el kelimesine bakalım:

a. Kur’an’da “EL” için “YED” kullanılır. Bu kelimenin ebced değeri, 14’tür.

b. Yüce Yaratıcı her bir elin parmaklarında yerleştirdiği mafsal sayısı, 14’tür.

c. Elin dış tarafında 14 mafsal yerine, iç tarafta yer alan çentik sayısı da, 14’tür.

d. Kur’an’da - Allah’a isnat edilmeyen - “YED” kelimesinin tekrar sayısı da, 14’tür.

(14 “Yed” kelimesinin geçtiği yerler şunlardır: Bakara, 2/237, 249; Maide, 5/28 (iki kere); Araf, 7/108;

Tevbe, 9/29; İsra, 17/29; Ta Ha; 20/22; Müminun, 23/88; Nur, 24/40; Şuara, 26/33; Neml, 27/12; Kasas,

28/32; Sad, 38/44).

 

-Yine Kur’anda bildirildiğine göre, Cehennemin kapıları / bölümlerinin sayısı: 7’dir.

Cehennemin kapıları / bölümlerinin yedi olduğunu bildiren Hicr Suresi, başında şifre bulunan surelerden

biridir. Bu sisteme göre, cehennem kelimesinin geçtiği sureler içindeki sırası:7’dir.

Cehennem kelimesinin ebced değeri 98’dir ki bu sayı aynı zamanda; 14x7=7x7+7x7’dir. Cehennem

kelimesinin Kur’an’da kullanılan tekrar sayısı ise, 11x7= 77’dir.

- Ebced değeri 98 olan ‘Cehnnem’in en son geçtiği Beyyine suresinin numarası: 98’dir.

- Keza, Kur’an’da belirtildiğine göre, cehennem’in üzerindeki bekçilerin sayısı 19’dur.

Kur’an’da üzerinde 19 olduğunu vurguladığı cehennem isimlerinden “SAKAR” tercih edilmiştir. Çünkü,

“SAKAR” kelimesinin ebced değeri de 19’u göstermektedir. Şöyle ki; (Sin:60, Kaf:100, Ra:200, - Bu kelime

müennes olduğundan tenis / dişilik alametlerinden Elif’in ebced değeri 1’dir. Toplam 361 eder. Bu sayı: 19 x

19’dur).

(Kur’an’daki yeri itibariyle mansup / üstünlü olduğundan sonunda yine bir elif vardır. Gayr-ı münsarıf olduğu

için hazfedilmiştir. İrab bakımından melhuz olan bu elifi nazara aldığımızda da yine aynı sonuca varırız)

- Bu tevafuk penceresinden Kur’an bize şu dersi veriyor ki; “içinde 19 zebaninin görev yaptığı SAKAR’dan

korunmaya çalışın. Bu kelimenin ebced değeri 19’u gösterdiği gibi, cehennemin / SAKAR’IN üzerinde de 19

zebaninin olduğuna, bu kesinlikte inanın ve kendinizi ona göre hazırlayın.”

- Bu ve buna benzer binlerce tevafukun verdiği dersi anlamayanlara -şairden iktibasla- bir çift sözümüz vardır.

“Söz bilirsen söz söyle ki seni irfan bilsinler / Söz bilmezsen sükut eyle bari insan sansınlar!”

- İtirazcının, “Peki Kur'an-ı Kerim’in ayetleri ve hadis-i şerifler ile Said Nursî’nin doğum tarihi, adı ve lâkabı,

Kur'an okumaya başladığı tarih, risalelerinin isimleri ve yazılış tarihleri vb.nin arasında ne gibi bir ilgi

olabilir?” sorusuna gelince;

- Risale-i Nur bugün -Kur’an’ın nuruyla- dünyayı aydınlatıyor. En karanlıklı bir zamanda, bu görevi büyük bir

feragat, feraset, cesaret ve fedakârlıkla yerine getiren Bediüzzaman gibi bir asrın Müceddidi ve Mehdisine

ayet ve hadislerin işaret etmesini aklına sıkıştıramayanlar, şunu unutmamalıdırlar ki, bir şeyin doğru ve gerçek

olması, onların havsalasına bağlı değildir.

- Keza şunu da unutmamalıdırlar ki, Hz. Muhammed (a.s.m)’in peygamberliğini inkâr eden milyonlarca insan

vardır. İnanan insanlar için bunların itirazları bir değer ifade eder mi? Kureyş Müşriklerinin havsalalarının

almaması, Hz. Peygamberin (a.s.m) hak peygamberliğine, hak ve hakikat olan mesleğine zerre kadar olumsuz

bir tesir eder mi?

- Bakınız; Hz. Muhammed (a.s.m), bütün Kureyşliler nezdinde yalandan, aldatmaktan müberra, bir makam-ı

muallayı ihraz etmesine rağmen, hasetçiler onun bütün güzel vasıflarını bir tarafa attılar ve şöyle dediler: “Bu

bir sihirdir, biz bunu kabul etmeyiz. Bu Kur’an, eğer gerçekten Allah’tan gelen vehiy olsadı, şu iki şehirden /

Mekke veya Taif’den büyük bir adama indirilseydi ya.”(Zurüf, 43/31)

- Tek kelimeyle, ilim, irfan ve takvasıyla Bediüzzaman unvanına layık görülen Said Nursi’nin, milyonlarca

insanların kabul edip teslim ettiği harika kemalatını, mümtaz şahsiyetini bir kenara atarak, onu yalancılıkla

itham eden iki buçuk art niyetlinin itirazları ile, Kureyş müşriklerinin itirazları arasında fazla bir fark yoktur?

 

Tek fark; Hz. Muhammed (a.s.m) peygamberdir, Bediüzzaman ise, - onun getirdiği Kur’an’-ı hakimin

hikmetlerini hakimane bir şekilde insanlara ders veren- samimî bir hizmetkârıdır. Bir de Kureyşliler müşrik

idi, bu müterizler ise - aldanmış - mümindir.

-Bediüzzaman Hazretlerinin konuyla ilgili bazı sözlerini -müterizleri doğru yola iletmeye vesile olur

düşüncesiyle- aşağıda takdim etmiş bulunuyoruz:

“Şu nefiy zamanında görüyorum ki, hodfuruş ve siyaset bataklığına düşmüş bazı insanlar, bana tarafgirâne,

rakibâne bir nazarla bakıyorlar. Güya ben de onlar gibi dünya cereyanlarıyla alâkadarım!”

“Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam

yok. O adamlardan ücret mukabilinde iş görenler, belki kendilerini bir derece mazur görüyor. Fakat ücretsiz,

hamiyet namına bana karşı tarafgirâne, rakibâne vaziyet almak ve ilişmek ve eziyet etmek, gayet fena bir

hatadır. Çünkü, sabıkan ispat edildiği gibi, siyaset-i dünya ile hiç alâkadar değilim. Yalnız, bütün vaktimi ve

hayatımı hakaik-i imaniye ve Kur'âniyeye hasr ve vakfetmişim. Madem böyledir; bana eziyet verip rakibâne

ilişen adam düşünsün ki, o muamelesi zındıka ve imansızlık namına imana ilişmek hükmüne geçer.”

“Eğer beni çürütmek ve efkâr-ı âmmeden düşürtmek, iskat ettirmekten muradları, tercümanlık ettiğim hakaiki

imaniye ve Kur'âniyeye ait ise, beyhudedir. Zira Kur'ân yıldızlarına perde çekilmez. Gözünü kapayan, yalnız

kendi görmez; başkasına gece yapamaz.” (Mektubat, On Altıncı Mektup)

 

İddia:

Nur Risaleleri’nde yapılan ebced ve cifir hesaplarında asla kural tutarlılığı yoktur. Bu hesaplarda şeddeler,

tenvinler... bazen sayılmış, bazen de sayılmamıştır. Bu hesaplar yapılırken eldeki sayıya ulaşılabilmek için,

ayetlerdeki harfler bile çeşitli gerekçelerle değiştirilmiştir. Bu hesaplarda dikkati çeken diğer bir unsur, hem

Said Nursî’nin, hem de Nur Risaleleri’nin birden fazla ismi olmasıdır: Said-i Nursî, Said-ün-Nursî, Said-i

Kürdî, Molla Said... Risale-i Nur, Resail-in-Nur, Risalet-ün-Nur, Risale-in-Nur, Risalet-ün-Nuriyye,

Bediüzzaman...

 

İddiaya cevap:

- Farklı bağlamlarda, aynı ifadelere, kelimelere farklı anlamlar yüklendiği gibi, Ebced hesabı çerçevesinde,

farklı tevafukların elde edilmesi, farklı işaretin farkına varılması da, farklı bağlamlarda, kelime yapısının farklı

şekillerine göre, farklı hesaplarla işarî manayı yüklemek son derece doğaldır. Şedde ve meddelerin sayılıp

sayılmaması da bu çerçevede değerlendirilmektedir. Bu bir kuralsızlık değil, ebced ve cifir ilmine vakıf

olanlarca benimsenen geçerli bir kuraldır.

- Bediüzzaman ve Nur Risaleleriyle ilgili söz konusu edilen isimlerin hepsi de doğrudur ve yaygın

kullanımıyla meşhurdur.

 

İddia:

İsimlerdeki bu çeşitliliğin, hesaplarda kolaylık sağlayacağı aşikârdır. Bu hesaplamalarda öylesine keyfî

davranılmıştır ki, aynı isim ya da isim tamlaması için farklı yerlerde farklı sayı değerleri verilmiştir.

İstenilen rakamı elde edebilmek için keyfî davranılmıştır; ayetlerdeki cümleler anlamını yitirecek şekilde

bölünmüştür.

 

İddiaya cevap:

- Evvela şu bilinmelidir ki, bir ayetin içinde yer alan bazı harflerin ebced değerlerinin gösterdiği bir hakikat

varsa, bu işaret olarak yeter. Bu işaretler bazen bir ayette olur, bazen ayetteki bir cümlede olur, bazen de bir

ayetin bazı kelimelerinde olur. Eğer siz “Leb” deyince “Leblebi” anlıyorsanız, bu sizin için yeterlidir.

- Tevafuk demek, mevcut olan -ve tabii ki bizim meşhudumuz olan- bir hakikate, Kur’an’daki bir işaretin

uygun gelmesi durumudur. Bu ilmî hakikat yalnız ebced hesabının da içinde bulunduğu işarî tefsir için değil,

normal tefsirler için de geçerlidir. Aynı kelimeye, farklı ayetlerde, farklı bağlamlarda, farklı manaların

yüklendiğini bilmeyen, tefsirde zaten cahil kabul edilir. Sadece “Hidayet” kavramının Kur’an’da on yedi

anlamda kullanıldığı bilinmektedir. Bir yerde kelimenin hakikî manası, başka bir bağlamda mecazî manasının

ön görüldüğü, Tefsir ilminin “t”sini bilenlerin malumudur.

- Abdullah İbn Mes'ud (r.a) şöyle diyor: "Geçmiş milletlerin ve gelecek nesillerin ilimlerini öğrenmek isteyen

kimse, Kur'an'ı tetkik etsin. Kur'an'da her türlü ilim vardır. Ancak, bizim anlayışlarımız kısa olduğundan,

içinde her şeyi göremiyoruz."(Ebû Hicr, et-tefsirü'l-ilmî, 248).

- Ebu'd-Derdâ (r.a) da bu konuda şöyle diyor: "Kur'an'ın lâfızlarına değişik anlamları yükleyemeyen kimse,

tam anlayışlı / mükemmel anlayışa sahip bir kimse sayılmaz." (a.g.y).

Bu ifadeler, Kur'an'ın bütün ilimleri ihtiva ettiği hususunun, sahabeler tarafından da benimsendiğini

göstermektedir.

- Kur'an'ın bütün ilimleri ihtiva ettiğine işaret eden hadisler de söz konusudur. Bir hadis-i şerifte Hz.

Peygamber (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:

"Sizden öncekilerin tarihi, sizden sonrakilerin haberi ve aranızdaki meselelerin hükmü Allah'ın kitabındadır. o

(hak ile bâtılı birbirinden ayıran) kesin bir hükümdür; şaka değildir. Her kim zorbalığından ötürü onu

bırakırsa, Allah onun boynunu kırar. Her kim hidayeti ondan başkasında ararsa, Allah onu dalâlete düşürür. O,

Allah'ın sağlam ipidir. O, hikmet dolu sözlerdir. O, sırat-ı müstakimdir; arzular ona uyduğu müddetçe

sapmaz; diller onunla karışıklığa düşmez, alîmler ona doymaz. O, fazla tekrarlanmaktan eskimeyen ve

hayranlık veren tarafları bitmeyen bir kitaptır." (Tirmizî, Fedâilü'l-Kur'an, 14; Dârimi, Fadâilu'l-Kur'an, 1)

- Görüldüğü gibi, bu farklı mana yüklenmeleri, keyfî değil, Kur’an’ın geniş kapsamlı ifade tarzının zorunlu bir

tezahürüdür ve onun mucizeliğinin bir parıltısıdır. Bu kelimelere farklı bağlamda farklı mananın yüklenmesi,

ifade tarzının realitelerle olan ilişkisini, ittifakını, ittihadını, tevafukunu yakalamaya yöneliktir.

- Nitekim, "İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm karıştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar

doğru yolu bulanlardır" (Enâm, 6/82) meâlindeki âyet nazil olduğunda, sahâbîler "Ey Allah'ın Resûlü!

hangimiz zulme bulaşmamış ki..." diyerek âyetin zâhir ifadesi karşısında içine girdikleri mânevî sıkıntılarını

dile getirmişlerdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.m.),"Şüphesiz şirk büyük bir zulümdür." meâlindeki

Lokman sûresinin 13. âyetini delil getirerek söz konusu "zulüm" kavramını şirk olarak açıklamıştı. (İtkan,

II/223).

 

İddia:

Ebced hesaplamalarından çıkan sayı, bazen hicrî, bazen rumî ve bazen de milâdî tarihin senesi sayılmıştır ki,

bu da tamamen indî bir uygulamadır.

 

İddiaya cevap:

Bu itiraz sahipleri daha çok “Kur’an’da nasıl miladî veya Rumî takvim kullanılabilir?” diye itiraz ederler.

Oysa bunun cevabı çok basittir: Bütün kâinatın sahibi yüce Allah için, takvimler neden farklı olsun ki? Yani,

“Allah sadece hicrî takvimi kullanır veya kullanmalıydı” demek kadar abes bir şey olur mu? Hz. Muhammed

(a.s.m)’in hicrî takvimini kullanıp, Hz. İsa’nın Miladî takvimini kullanmaması diye bir şeyin mantığı var

mıdır?

 

- Çünkü, eğer Kur’an’da ebced hesabıyla bir tarihe işaret söz konusu ise, önemli olan o tarihin insanlarca

kabul edilmiş olmasıdır. Bunun hangi takvime göre olması, hiç de önemli değildir. Önemli olan ilgili olayın

görülmesine imkân veren bir işaretin, bir sinyalin varlığıdır. Nitekim, Hz. Peygamber (a.s.m)’in doğum tarihi

gibi, -hicretten sonra olmasına rağmen- vefat tarihi de miladî olarak şöhret bulmuştur.

- Hz. Peygamber (a.s.m)’in vefatından bahseden “EV NETEVEFFEYENNEKE..” (Eğer seni vefat ettirirsek..)

ifadesi, bütün Kur’an’da üç yerde geçmiştir.

Bu cümle açıkça, Hz. Peygamber (a.s.m.)’in vefatından söz etmektedir. Geçtiği üç sure ve ayet numaraları da,

Hz. Peygamber (a.s.m.)'in ömrü olan, 63'ü gösteriyor. İlgili ayet ve sure numaraları şöyledir: Yunus, 10/46;

Ra'd, 13/40; Ğafir, 40/77. Buna göre, ayet numaralarının toplamı: 163’tür. Sure numaralarının toplamı ise,

63’tür.

Vefatı haber veren bu cümlenin -harfleriyle beraber- ebced değeri ise, 632’dir. Bu da Hz. Peygamber

(a.s.m.)'in, Miladî vefat tarihidir. İşte tevafuk penceresinden bir gaybî haberin göz önündeki görüntüsü!

Şimdi “tarihi Miladîdir” diye buna karşı çıkan kimsenin sözünde herhangi bir ilmî değer aranabilir mi?

 

İddia:

Ebced harflerine verilen sayı değerlerinde, Batılıların sistemi esas alındığında, elde edilen bu rakamların

hemen hepsi tevafuk (?) olma özelliğini kaybedecektir. Ayetlerin farklı kıraat ve yazımları da, hesaplanan

rakamları değiştirecektir. Aslında sırf bu iki âmil bile, Nur Risaleleri’ndeki ebced ve cifir hesaplarını alt üst

etmeye ve bu hesaplardan elde edildiği zannedilen neticeleri boşa çıkarmaya yeterlidir.

 

İddiaya cevap:

- Batılıların kullanımı İslam aleminde çok sınırlı olmakla beraber, o sistemin de kendi içerisinde pek çok

hakikate işaret etmesinde -dinî, ilmî- hiçbir mani yoktur. Ancak İslam aleminde en yaygın ve en geçerli olan

sistem şarklıların kullandığı sistemdir ki, Bediüzzaman’ın ve diğer pek çok ilim ve velayet ehlinin kullandığı

sistem budur.

- Sadece ebced hesabıyla değil, normal tefsir açıklamalarında da çok farklı metotların kullanıldığı bilinen bir

gerçektir. Dirayet - rivayet, ilmî - işarî, fıkhî - kelamî, lugavî - edebî gibi bir çok farklı sistem tefsir usulünde yerini almış ve bunların hepsi de kendi sistematiği içerisinde farklı hakikatlerin ortaya çıkmasına hizmet

etmiştir.

 

İddia:

Kaldı ki, bu tevafukların gerçekleştiği kabul edilse dahi, bunların da bir delil olmadığını ve işe

yaramayacağını, vereceğimiz tevafuk örnekleri göstermektedir:

Reşid Rıza şu lâtifeyi nakleder:

"Hamd" isimli bir Şiî, Bağdat ediplerinden birisiyle bir mesele üzerinde münakaşada bulunur. Hamd, kendi

iddiasını ebced hesabı ve ona benzer bazı harf oyunlarıyla ispata kalkışır. Şiîye karşı edip der ki:

- Öyle ise sen kelb (köpek)sin; çünkü ebced hesabına göre "Hamd"in harfleri 52 ettiği gibi, "kelb"in de

harfleri buna eşittir. Bunun üzerine Şiî:

- Ama, asıl adım Ahmed’dir, der. Bunun üzerine edip de der ki:

- Öyle ise sen ekleb (daha da köpek)sin. Çünkü hem "Ahmed"in, hem de "ekleb"in ebceddeki değeri 53’tür.

Eğer ebced hesabı, Said Nursî’nin ileri sürdüğü gibi gaybî bir anahtar ise, yüce Allah’ın kendisine edilmesini

istediği "hamd", "köpek"le tevafuk etmiştir. Böyle bir anahtar, gaybın kapıları bir yana adî bir kapıyı bile

açamaz.

 

İddiaya cevap:

- Bu sakat anlayışı sadece ebced hesabıyla ilgili olarak değil, başka sahalarda da kendini gösterebilir. Örneğin,

Allah’ın bir ismi Rauf’tur, bir ismi Rahim’dir. Allah bu iki vasfı, Hz. Peygamber (a.s.m) için de kullanmıştır.

(Tevbe, 9/128). Şimdi bu “Kelb” oyunu oynayanlardan biri kalkıp -haşa, yüz bin defa haşa-, aynı vasfı

aldığına göre “Peygamber de Allah’tır” dese, bu küfrü kim temizler?

Bu gibi haltları karıştıranların cehaletlerini aşağıda açıklayacağız inşallah.

 

İddia:

Hz. Peygamber’i tenzih ederek, okura hatırlatmak zorunda kaldığımız bir ayet ve bir hadisin mealini verelim:

Allah Tealâ buyurmuştur ki:

"Meryem oğlu İsa demişti ki: Ey İsrailoğulları, ben size Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat’ı

doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir elçiyi müjdeleyici olarak geldim. (...)"

Efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur:

"(...) Ben Muhammed’im, ben Ahmed’im, (...)"

İşte ebced hesabı ile varılacak nokta... Peygamber’in yüce isminin, ekleble tevafuku...

Nur Risaleleri’nde inanılmaz bir zorlamayla, Said Nursî Hz. Muhammed’in aynası olarak gösterilmiştir:

 

"Muhammed Âyine karşısına koyarak Muhammed Bedîüzzaman

92 92

2 184

____

184

 

Binâenaleyh bu Zât (Said Nursî), cismaniyet noktasında mir'at-ı Peygamberî’dir. (A.S.M.)

Hâşâ ve kellâ... Said Nursî, ne cismaniyet ne de ruhaniyet noktasında Hz. Muhammed’in aynası olabilir. Hiç

mi şemâil-i şerîf okumadınız?...

 

İddiaya cevap:

Şemail-i şerifi senden yüz kat daha iyi bilen ve Hz. Muhammed (a.s.m)’i canından çok seven milyonlarca

insanın kanaati şudur ki, Bediüzzaman, el-hak Resulüllah (sav)’ın hakikî varisi olan alimlerdendir. Bütün

hayatında daima onu göstermiş, onu tanıtmış, onu sevdirmiş, onu saydırmış, sözleriyle ve fiilleriyle onun

aynası olmuştur. Milyonlarca vicdan ehlinin takdir ettiği gibi, hiç kimseye nasip olmayan bir muvaffakiyetle,

Allah’ı, Peygamber’i ve Kur’an’ı insanlık camiasına sunmuş, eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadın hüküm

sürdüğü, şahların bile mat olduğu bir devirde, kefenini boynuna takmış, tek başına “Allah bes gayrı heves”

diyerek Kur’an’a ve Peygamber (a.s.m)’e hizmet etmeyi hayatının yegane gayesi bilmiş Bediüzzaman

hazretleri gibi bir insan “Hz. Muhammed’in aynası” olmamışsa, başka kim olabilir?

Onun hayatının her safhasında kendini gösteren ilahî inayetin yansımasının delaletiyle, -vahhabilerin

rağmına olarak- O bu asırda ehl-i beytin büyük bir mümessilidir ve bir “Mirat-ı Muhammed’dir.”

 

İddia:

Üstelik ancak iki Muhammed, bir Bediüzzaman ediyor...

Peki, sizin bu çıkarsamanızı esaslı bir şey zanneden muzırın biri çıksa da dese ki: "Her ne kadar Kur'an’da

Tebbet suresi varsa da;

Ebu Leheb Âyine karşısına koyarak Ebu Leheb Muhammed

46,46,2,92

 

Binâenaleyh bu Zât (Muhammed), cismaniyet noktasında mir'at-ı Ebî Leheb’dir."

Bu münasebetsize ne cevap vereceksiniz?...

Hadi, bir nazire de bizden olsun:

Ebu Leheb’in sağına, soluna, önüne, arkasına ayna koysak kim görünür acaba? el-Cevab: Bediüzzaman Said

Nursî. Çünkü:

 

Ebu Leheb Bediüzzaman.

46,4,184

 

Binaenaleyh bu zat, cismaniyet noktasında hem de min cihât-ı erbaa (dört taraftan) mir'at-ı Ebî Leheb’dir.

Ebced hesaplarına devam edelim:

Bedîüzzaman Müfsid

184 184

 

Bakara suresinin 220’nci ayetinde "(...) Allah, müfsidi muslihten ayırt etmesini bilir. (...)" buyurulmaktadır.

"Müfsid" kelimesinin "Bediüzzaman"a tam tamına tevafuk etmesi cihetiyle ayet, Bediüzzaman’ın fesâd-ü

ifsâdına ima, belki remz ediyor. Hatta, bunu delâlet, belki sarahat derecesine çıkarıyor. Nitekim, kendisinin

cümleleri de bunu hem lâfzen, hem de mealen tasdik edercesine diyor ki:

 

“Hiçbir müfsid ben müfsidim demez, daima suret-i haktan görünür. Yahud bâtılı hak görür. Evet, kimse

demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hatta

benim sözümü de ben söylediğim için hüsn-ü zan edip, tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim

veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size

söylediğim sözler, hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalbde saklayınız; bakır çıktı ise

çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.”

 

İddiaya cevap:

Burada anti parantez olarak söylemeliyiz ki, hayatı boyunca bütün gücüyle insanları ISLAH etmeye çalışan

ve bilfiil milyonlarca insanı ıslah ettiğine milyonlarca insanın şahitlik yaptığı Bediüzzaman gibi asrın

müceddidi ve muslihi olan bir mübarek zata, müfsid demek, ancak dinini dünyaya satan şeytan-ı cinniden

aldığı derse binaen ondan çok daha ileri derecede insî bir şeytanın yaptığı İblisane bir iftira ve yalandır. İlim

kisvesine bürünmüş, İblis gibi işler çeviren bu gibi adamları görünce, Ebu Cehil ve Ebu Leheb’in manevî bir

güneş olarak göz kamaştıran Resulüllah (sav)’ı nasıl inkâr edebildiklerini çok daha iyi anlıyoruz. İsrailiyattan

da olsa, tefsir kaynaklarında yer alan, bir kısım dünyalık mallar / paralar / Riyaller uğruna dinini dünyaya

satan Belam b. Baura’nın -önce kendisine iman ettiği halde-, dünya menfaatini dinine ve Hz. Musa (as)’a

tercih etmesindeki alçak duyguyu da çok daha iyi anlıyoruz.

Ey ulemau’s-su komitesinin küçük neferi! Tebbet suresindeki bedduadan hiç mi çekinmiyorsun; dilin

kurusun!

- Bak; kendini bilmez müteriz efendi! Şu masalımsı komedileri ciddiye alıp sahneye koymandaki art niyetini /

atmasyon ciddiyetini çok iyi biliyoruz. Bir yandan güya Ebced hesabının yanlışlığını ortaya koyacaksın, diğer

yandan da Bediüzzaman hazretlerine -alçaklık da bir seviye olduğu için, alçakça demiyorum-, çukurca

saldıracaksın ve bütün bunları bazılarına yutturacaksın. Bu cerbeze, gerçekten alçaklık sınırını aşmış çukurca

yapılmış komik bir demagojidir. Biz şimdi bu cerbezenin çürüklüğünü başka bir cerbeze ile ortaya koyacak,

ardından da hakkın hatırını esas alarak gerçekleri açıklamaya çalışacağız:

 

- Cerbeze de olsa insanın aklına gelir ve insan bu cerbezeciye sormak ister: Acaba, bu tür bir cerbeze sadece

ebced hesabı için mi, geçerlidir? Eğer, “ebced hesabıyla aynı ortak paydada buluşan her iki taraf (örneğin

hamd - kelb)mutlaka tevafuk ettiği şeyin kimliğine girmesi gerekiyorsa, bu takdirde normal kelimeler ve

isimlerle oluşan bir tevafukun -bu kimlik tespitinde- daha da belirleyici olması gerekir. Bu cerbezeye göre,

“Muhammed Allah’ın resulüdür” ayetini duyan ve adı Muhammed olan kimselerin, sabah kalkar kalkmaz, ilk

iş olarak Nüfus cüzdanını eline alıp “Allah beni size peygamber olarak göndermiş, çünkü benim adım

Muhammed’dir” diyerek Belediye anonsundan kendilerini peygamber olarak ilan etmelerini normal

karşılamak gerekir.

- Keza, bu cerbezeye göre işe bakıldığında, ayette geçtiği üzere, “Ben Ahmed adında gelecek bir peygamberi

müjdeliyorum” diyen Hz. İsa’nın bu müjdesini duyan ne kadar Ahmed varsa, hepsi de “peygamber adayı

“olarak ortaya çıksa, onları kim yadırgaya bilir?

- Tabii ki, sadece peygamberlik değil, sultanlık da işin içine girer. Adı Abdulaziz, Abdulhamit, Abdulmecid

olanlar, bir gün uyanıp “ Memleketin Sultanları” olduklarını iddia etseler, -bu cerbezeye göre- bunlara

inanamamak mümkün mü?

Demek ki, bu çarpık zihinlerde oluşan demagoji formülasyonu, yalnız aritmetik tevafuklarda değil, normal

ifadeler, kelimeler, isimlerin tevafukları için de söz konusudur. Gerçekten bu ciddi (!) konuyu keşfedenlerin

uluslararası fuarlarda boy göstermeleri gerekir. Bu sofestaî antika buluşun muzip müşterileri çok olur.

- Şimdi hakkın hatırını esas alarak hakikatleri şöyle izah edelim:

- Tevafuk, ister kelimelerin lafızları ile manaları arasındaki bağlantı açısından olsun, ister kelimelerin ebced

hesabıyla gösterdiği aritmetik tablo ile işarî manası arasındaki alakası olsun, bir değer ifade etmesi için bazı

şartların tahakkuk etmesi gerekir. Bunları şöyle sıralaya biliriz:

a. Bulunan tevafuk’un bir değer ifade etmesi için mantıksal çelişkiden uzak olması gerekir. Örneğin,

“Muhammed” isminden ötürü peygamberlik iddia eden bir kimsenin şu mantık bağıntısını bilmesi gerekir ki;

“Ahir zaman peygamberinin ismi Muhammed (a.s.m)’tir, fakat her Muhammed ismini taşıyan peygamber

değildir.

b. Meyve adı ortak paydasında birleştikleri için, elmayı armut ile karıştıran kimse de şunu bilecek ki, “Her bir

tür, bağlı bulunduğu cinste birleşmek zorunda olduğu gibi, bir başka türden de ayrılmak zorundadır.” Bu

sebeple, her elma meyvedir, her armut da meyvedir, fakat her elma armut olmamak zorundadır. Demek ki, her

armut meyvedir, ama her meyve armut değildir.

- Bilindiği gibi, insan da canlı bir varlıktır, öküz de canlı bir varlıktır. Bu canlılık ortak paydasını düşünerek

“insan öküzdür “ diyen kimse, kendi öküzlüğünü ortaya koymuş olur.

c. Tevafuk, dinî açıdan aykırılık olduğu bir yerde herhangi bir değer ifade etmez. Örneğin, fasık bir adamın

gösterdiği harikulade bir durum, onun veli olduğunu göstermez. Çünkü, fasıklık, velayete aykırıdır. Bunda

ümmetin icmaı vardır.

- Mesela, Allah da görüyor, biz de görüyoruz. Allah da işitiyor, biz de işitiyoruz. Bu ortak paydadan hareketle

birisi kalkıp “Allah’a cismaniyeti” isnat edemez. Çünkü, bu husus Kur’an’ın ruhuna aykırıdır. “Allah’ın

benzeri hiçbir şey yoktur, O her şeyi hakkıyla işitendir, görendir.” (Şura, 43 / 11) mealindeki ayet, bu

tevafuktan bu yargıya varmayı reddetmektedir.

 

d. Şimdi de uygun bir tevafukun nasıl olacağını gösteren bir misal arz edeceğiz:

- Daha önce de ifade edildiği üzere, “Ahmed” adını taşıyan herhangi bir vatandaş kalkıp da, "Meryem oğlu İsa

demişti ki: Ey İsrailoğulları, ben size Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden

sonra gelecek, Ahmed adında bir elçiyi müjdeleyici olarak geldim." (Saf, 61/6) mealindeki ayette müjdelenen

Ahmed’in kendisi olduğunu söylese tam bir alay konusu olur. Neden? Çünkü; Hz. İsa’nın müjdesine layık bir

performans gösteren Hz. Ahmed-i Muhammed (a.s.m)’den başka hiçbir kimse yoktur.

- Allah, bu müjdeyi verirken, Ahmed ismine tevafuk eden ve onun peygamberlik zamanına işaret eden

sinyaller de bırakmıştır. Örneğin;

1. Ahmed kelimesinin ebced değeri: 53’tür.

2. Ayette ismi anlamına gelen “ismuhu”nun ebced değeri: 106=2x53’tür.

3.Ahmed isminin geçtiği Sure, şifresiz sureler sisteminde, Kur’an’ın sondan sırası: 53’tür.

4. Hz.İsa’nın kendisinden sonra geleceğini seslendiren “Y’TÎ MİN B’ADÎ = 597” (4 kelime, 10 harfiyle

birlikte ebced değeri: 611’dir ki, Hz. Peygamber (a.s.m)’in peygamberlik tarihidir.

5. Allah bu ayeti, Kur’an’ın 5169. ayet olacak bir yere yerleştirmiştir. Çünkü, Bu sayı 611 + 4558’dir. 611

rakamı, Hz. Peygamber (a.s.m)’in peygamberlik tarihidir. 4558 sayısı ise, 86 x 53’tür. 86 rakamı benden sonra

anlamına gelen “B’ADΔnin ebced değeri olduğu gibi, 53 de Ahmed isminin ebced değeridir.

İşte tevafukların değer ifade etmesi için ayetin manası ile manevî bir münasebetinin bulunması gerekir.

- Risale-i Nur’da gösterilen işaretlerin hepsinde kuvvetli münasebetlerin olduğunu ehl-i insaf teslim eder.

 

İddia:

Bu, Said Nursî’yle ilgili çıkarımımız. Şimdi sıra, Nur Risaleleri’yle ilgili çıkarımımızda:

Hatırlanacağı üzere, Said Nursî Fussilet suresinin 2. ayetindeki "tenzîlun" kelimesini ebced hesabına tâbi

tutmuş, birtakım zorlamalarla (vakf mahalli olmadığından tenvin "nun" sayılmak cihetiyle ) 547 sayısına

ulaşmıştı. Sözlerin ikinci ve üçüncü ismi olan Resail-in-Nur ve Risale-i Nurun adedi de beşyüz kırksekiz veya

kırkdokuz olduğundan; demek ki bu ayet, pek cüz'î ve sırlı bir veya iki farkla tevafuk ederek remzen ona

bakmakta, onu "tenzîl" dairesine almaktadır !...

Biz, herhangi bir zorlamaya da girişmeyeceğiz. Kāri‘a suresinin 9. ayetinde "Onun da anası (bağrına atılacağı

yer) hâviye (uçurum)dir." buyurulmaktadır.

فامھ هاویة ayeti, makamı beş yüz kırk sekiz olarak Risale-i Nur’un adedi olan beş yüz kırk sekize tam tamına

tevafuk ederek onun gideceği yere işaret eder!...

 

İddiaya cevap:

Bu kadar küstahlık ehl-i imana yakışmaz. Birden fazla ayetin, yüzlerce hadis-i şerifin içinde yer aldığı, İslam

tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir tarzda İman esaslarını ispat eden, 33 ayetin işaretine mazhar olan, Hz.

Ali, Gavs-ı azam, İbn Arabî, Osman’ı Halidi gibi büyük evliyaların haber verdiği ahir zamanın hidayet kaynağı olan Risale-i Nur eserlerini cehennemlik olarak takdim etmeyi maharet sayan kimse, ya dinsiz, ya mecnun, ya da patavatsız bir serseri olması gerekir.

 

Read more...

Bediüzzaman Said Nursi Hakkında İddialara Cevaplar -2

ÖR20:

- Risale-i Nur adeta hz.musa nın asası gibi nereye vursa su çıkartıyor…

Bu ifade çok defa nurlar da geçer ve izahi bir çok defa yapılmıştır. Nasılki Hz. Musa asasını vurduğu

yerden suyu çıkarıyor. Nurlar da kâinatta baktırdığı her yerden iman nurunu çıkarıyor. Yani Allah’ın

varlık ve birlik delillerini gösteriyor. Bu teşbihten dolayı Nur külliyatında Allah’ın varlığını ispat eden

mevzuların toplandığı kitabın adı da Asayı Musa dır. Meselenin su çıkarmakla ilgisi yoktur burada

teşbih vardır. Ama maalesef iddiacı teşbihi anlayacak ince kavrayışa sahip degil.

 

ÖR21: Affet beni, ey affı büyük lütfü büyük Risale-i nur…ve benzeri ifadeler içeren şiire itiraz

edilmiş.

 

İnsanlar bir işi yanlış veya eksik yaptıklarında, muhataplarına “Affedersiniz, özür dilerim” gibi

ifadeler kullanır. Bu bir inceliktir. Bu söz ile “Gunahlarımı affet” manası arasında dağlar kadar fark

vardır. Çünkü Gunahları affedici olan Gaffar yalnız yüce Allah’tır. Ama madem iddiacının

muhakemesi bu kadar zayıf ikisini ayırt edemiyor o zaman hayatı boyunca hiç kimseye “Affedersiniz”

demesin. Çünkü bu söz ancak onu küfre sokabilir.

Read more...
Subscribe to this RSS feed
  • EN SON EKLENENLER
  • EN ÇOK OKUNANLAR
  • SON YORUMLAR

HAKİKAT DAMLALARI

Hakikat Damlaları Kalp kör olduktan sonra, gözlerin görmesinde hiçbir fayda yoktur. Hakikat Damlaları

Hz. Ali (r.a.)

ARAMA

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu